Geçtiğimiz hafta 26-29 Mart tarihleri arasında 6. Alaçatı Ot Festivali düzenlendi. Kambersiz düğün olmaz diye bendeniz de elbette ki 26 Mart Perşembe sabahı kendimi Alaçatı’da buldum. İlk gün şiddetli yağmur ve tenhalık nedeniyle sakin geçen festival, ertesi gün güneşin güzel yüzünü göstermesi ve yoğun ziyaretçi akınıyla, tabiri caizse coştu.

Festivalde neler olmadı ki; yöre halkı tarafından stantlar kuruldu, en güzel ot yemekleri ve tazecik otlar bu stantlarda yerlerini aldı. Otları tanıma ve toplama gezileri yapıldı, sergiler açıldı, paneller ve söyleşiler ile zeytinyağı tadımı ya da bitki çayları tadımı gibi birbirinden eğlenceli ve lezzetli atölyeler düzenlendi. İnanın ben tüm atölyelere ve panellere girmek istedim, fakat elbette ki mümkün olmadı. Ama doğada ot toplama gezisi ile bitki çayları panelini kaçırmadım. Diğer yazılarımda bunlardan detaylı olarak bahsedeceğim ama önce, genel festival alanı nasıldı, en güzel ot yemeği hangisiydi, en çiçekli karabaş otu neredeydi biraz bunlardan bahsedeyim.

Her sene farklı bir tema üzerine yoğunlaşan Alaçatı Ot Festivali’nin bu seneki teması Ebegümeci idi. Develik, gömeç, toluk, gaba, kaba, ilmik ve büyük gömeç adları ile de anılan bu bitkiyi Türkiye’de yaşayıp da görmeyen yoktur sanırım. Yol ve tarla kenarlarında, kırlarda, boş alanlarda biti veren, yeşil geniş yapraklı hafif tüylü bir bitki ebegümeci. Mayıs-eylül ayları arasında çiçeklenen ebegümecinin bu çiçekleri de çay olarak içiliyor. Yaprakları geniş olduğu için genellikle dolması yapılıyor. Bulursanız kaçırmayın zira yaprakları ince olduğu için çok lezzetli oluyor. Dolma dışında kavurması, zeytinyağlısı, bulgur pilavı gibi çeşitleri de yapılıyor. Ama yine de festival stantlarında en çok etli ve zeytinyağlı dolmasına rastladım diyebilirim.

Bölgenin bir diğer önemli otu olan şevketibostan, yine ebegümeci gibi bütün stantların baş tacı idi. Nohutlusundan, etlisine çeşit çeşit yapılmıştı. Enginarlar, özellikle de körpe sakız enginarları sanırım katılımcılar tarafından en çok tadılan yemek oldular. Daha önce hiç tatmadığım enginar tatlısını pek beğendim diyebilirim. Ayva tatlısı gibi yapılan bu enginar tatlısı az şerbetli, az şekerli bol ceviz ve kaymaklı değişik bir lezzet idi. Ben İstanbul’a bir bavul dolusu ot ile döndüğüm için ne yazık ki enginarları taşımaya yer kalmadı.

Festivalde; pancar otu, turp otu, ısırgan otu, radika, cibes, arap saçı gibi otlardan yapılma kekler, börekler, poğaçalar, gözlemeler ve hatta baklavalar birbiri ile yarışıyordu. Evet, yanlış okumadınız karışık otlu ev baklavaları neredeyse hemen hemen tüm stantlarda vardı. Bol cevizli ya da bol antep fıstıklı baklava gibi olmasa da bir kere denemeye değer olduğunu söylemeliyim. Her ne kadar ot festivali olsa da stantlarda sadece taze ot ve ot yemekleri yoktu elbet. Taze yapılmış koyun yoğurdundan limon çiçeği reçeline, kalın kesilmiş erişteden sakız macununa kadar yöreye has ne varsa burada bulmak mümkündü. Ve tabi limonata! Alaçatı’da şu an bütün limon ağaçlarının koca koca limonlarla dolu olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Bütün sokaklar nasıl kokuyor siz hayal edin. Hal böyleyken her köşede bir limonatacı görmek mümkündü.

Ot Festivali’ne ek, bir de her cumartesi kurulan şahane yerel pazar vardı. O ne çeşit bitkiler, sebzeler öyle. Rezeneler, yabani kuşkonmazlar, deniz börülceleri, taze kekikler hepsi beni al diyordu. Hele bir de dağdan bayırdan toplanmış mis kokulu, rengarenk çiçekler yok mu? Şükür aklım başımdan gitmedi…

Hazır pazara girmişken, balık mezatına da bir göz atmadan olmaz. Gerçi mezat her gün saat 11.00’de oluyor. Kocaman taş üzerine o sabah denizden ne geldiyse diziliyor; taş barbun, dil, çipura, kefal, artık ne çıktıysa. Mezat tam 11.00’de başlıyor, ne 1 kala ne 1 geçe. Açık artırma ile görücüye çıkan balıklar benim katıldığım mezatta tam 10 dakika içinde satıldı. Rekor tabii ki, dil ve barbunun oldu! (Devam edecek…)

İnci Özay Hatipoğlu
Son Mastori
