Sonbahar yalnızca melankolinin mevsimi değil! Kuru, sarı yaprakların çakıl taşı yollarda rüzgarla sürüklenirken bir nehir gibi çağlamasını duyun, geyiklerin ve karacaların nasıl ses çıkardığını dinleyin. Bunu yapmak için öyle çok uzaklara da gitmeyin. Eğer siz de hafta sonunun her saniyesi altın değerinde olanlardansanız, eminim Etstur’un günübirlik turları sizin de ilginizi çekecek.

Kışa ramak kalmışken sonbaharın en güzel anlarını yaşatacak manzaraları yakalamak için biz, Maşukiye’ye doğru yola düştük. Burası Osmanlı-Rus Harbi sonrası Balkanlar’dan göç eden halk için iskana açılmış köylerden biri. Doğanın cömert ellerinde yaralarını saran halk, bir daha bölgeden ayrılmamış. Bugün doğayla baş başa kalmak isteyenlerin uğrak noktalarından biri haline gelen Maşukiye, gelirinin büyük bölümünü bu ziyaretlerden karşılıyor. Nehir kıyısında yer alan bir sürü restoranda şömine yanında sıcacık çayla Maşukiye’nin kendine has köy kahvaltısıyla karnınızı bir güzel doyurabilirsiniz. Biz Şelale Restoran’da serpme köy kahvaltısını denedik. Sigara böreğinden patates kızartmasına sofraya gelen her şey istisnasız sıcacıktı. Mis gibi tereyağı ve süzme balın tadı damağımızda kaldı ama kahvaltının esas yıldızı buraya özgü köy peyniriyle yapılmış kuymaktı. Maşukiyelilerin “kiremit” diye adlandırdıkları toprak güveçlerde servis ettikleri kuymak bugüne kadar yediklerimin en güzeliydi. Bu küçük güveçlerde pişen yumurta da hafif ve lezzetli oluyor ilk fırsatta evde deneyeceğim.

Karnımızı güzelce doyurup enerji topladıktan sonra Kartepe’ye doğru yola çıktık. Samanlı Dağları’nın en yüksek noktası olan Kartepe, neredeyse 1.800 metre yükseklikte. Zirveye doğru kıvrılarak yükselen yollardan çıkarken sisli tepeleri, dağ yamaçlarındaki köyleri ve Sapanca Gölü’nü gördük yer yer. Kış aylarında kayak için İstanbul’a yakın en popüler yerlerden biri olan Kartepe’de, Green Park Hotel, kayak sporu için bir kompleks kurmuş. Henüz kar başlamadığı için kayak sezonu açılmamış ama bu zirvede bol oksijenli uzun bir yürüyüş yapmamıza zemin hazırladı. Hatta pek çok kişi telesiyejle zirveye çıkarak manzaranın keyfini sürdü. Yükseklik korkum olduğu için ben cesaret edemedim ama yukarı çıkanlar indiklerinde hayatlarından oldukça memnun görünüyordu.
Kartepe’de yürüyüş boyunca tertemiz dağ havasını içimize çektik ama soğuk da iliklerimize işledi. Eğer siz de yaz mevsiminde bile üşüyenlerdenseniz bu yükseklikte normal karşılanacak soğuktan korunmak için sıkı giyinin. Hareketinizi kolaylaştıracak, suya ve soğuğa dayanıklı ama yürümeye engel olmayacak kadar hafif ayakkabılar edinmenizi tavsiye ediyorum. Kompleks boyunca serbest bırakılmış tayların birbiriyle oynamalarını izlemek büyük keyif oldu. Ortalıkta dolaşan ördekler, tavşanlar ve hindiler de doğaya duyduğunuz özlemi gideriyor. Benim için unutulmaz olansa geyikler ve karacalara bu kadar yaklaşabilmek oldu. Yasak avlanmaya karşı korumak ve kayak pistlerinde sebebiyet verebilecekleri kazaları önlemek için özel bir geyik yaşam alanı belirlenmiş. Telle çevrili bu alanda geyikler korunmaya çalışılıyor. Hayatında değişiklik yapmak isteyen yavrular tel kenarlarında meraklı ziyaretçilerin kendilerine verdiği yiyecekleri zevkle kabul ediyor. Anne babalar ise bu yabancı gözlerden gelebilecek zarara karşı devamlı tetikte. Uzun yürüyüşümüzün sonuna doğru Kartepe’ye sis çökmeye başlamıştı. Bu da sıcaklığın hissedilir boyutta düşmesine neden oluyor. Etraftaki kafelerden birinde manzaranın tadını çıkarırken sıcak saleple içimizi ısıttık. Yavaş yavaş acıkmaya başladığımızda öğle yemeği için Maşukiye’ye dönüş zamanı gelmişti.

Maşukiye’de kiremitte alabalık, köfte, tavuk gibi seçenekler sunuluyor öğle yemeği için. Biz buradaki balık çiftliklerinde yetiştiği için alabalığı seçtik ve oldukça isabetli bir karar verdiğimizi gördük. Havuzdan sofraya gelen balık taptaze ve enfes. Ana yemek öncesi kiremitte mantar ve köy peyniri servisi de yapıldı. Maşukiye’nin kendine has peyniri mantara çok yakışıyor. Yemeğimizi yedikten sonra nehir kenarında çaylarımızı yudumladık. Yemek sonrası hediyelik almak için köy merkezine geldiğimizde çoğumuz; anahtarlık, kolye, magnet gibi klasik hediyeler yerine taze ıhlamur, köy peyniri ve süzme balla otobüse geri döndük ve son durağımız Sapanca Gölü’ne doğru yola çıktık.

Yarım saat bile sürmeyen bir yolculukla Sapanca Gölü’ne vardık. Burada verilen serbest zaman göl kenarında yürüyüş yapmak ve kafede oturup bir şeyler içerken göl manzarasını seyretmek için yeterliydi. Gölün içine atacağınız yemek kırıntılarına gelen balıklar ve göl üzerinde uçan kuşları izlerken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Göl sefasından iki saat bile sürmeyecek dönüş yoluna geçtik. Dağ havasının verdiği tatlı uyku hali çoktan üzerimize çökmüştü bile…
Tuğçe Sızan