Bazen, yorulmadan dinlenemiyor insan. Hayatındaki rutini kısacık bir süreliğine de olsa kırmadan, yerinden kımıldamadan, uzaklaşmadan hayatın stresinden arınamıyor. Biz geçtiğimiz Kurban Bayramı’nda farklı bir şeyler yapıp yola koyulma kararı aldık, bayram döneminde trafiğin sıkışık, her yerin kalabalık olacağı gibi birçok yersiz olumsuzlamaya kulak asmadan… Adım attığımız andan itibaren bizi etkisi altına aldı Kapadokya, üç günde bir ömre yetecek kadar güzel anı biriktirdik.
Etstur’un Kurban Bayramı Kapadokya Turu’na katılarak bayramın birinci gecesi yola çıktık. Uzun yolda otobüs yolculuğuna bir türlü alışamayan bendeniz için bile rahat geçen bir yolculukla Aksaray’a ulaşıp kahvaltımızı burada yaptık. Rehberimiz Ünlüer Bey, bu noktada geziye dahil olarak, yaptığı başarılı organizasyonla geziden aldığımız keyfi katbekat artırdı. Bayram süresince ortalığın kalabalık olacağını söyleyenlerin haklılık payı vardı evet, ancak bu yoğunluk gezi boyunca yola çıkmayı ya da turistik yerleri görmeyi engelleyecek boyuta ulaşmadı. Tur dahilinde uğrayacağımız hiçbir destinasyonu atlamadan, ufak sıralama değişiklikleriyle hepsini, tek tek tadını çıkararak gezdik.
Kapadokya’nın İmzası Peribacaları
Doğanın kendi eliyle bir mucizeye boyadığı bu coğrafya, geçmişte dev volkanların saçtığı kızgın lavlar ve tüflerle kaplanmış. Zamanla akarsuların ve rüzgarın aşındırıcı etkisiyle ortaya çıkan tepeler, vadiler ve bölgenin imzası olan peribacaları tüm Kapadokya’nın simgesi haline gelmiş. Baktığınız her yerde bu irili ufaklı volkanik yeryüzü şekillerinden görebiliyorsunuz. En güzel örneklerini görmek içinse Paşabağ’a gitmeniz gerek. Eğer peribacalarını benim gibi coğrafya kitaplarından tanıyorsanız büyük bir şaşkınlık yaşamaya hazır olun. Fotoğraflarına baktığımda en fazla iki-üç metre yüksekliğinde olacağını tahmin ettiğim peribacaları burada neredeyse 3-4 katlı bir apartman boyundalar. Elbette daha küçükleri ve görüntülerine göre adlandırılan çeşitleri de var, örneğin; mantar şeklindekiler ve şapkalılar benim aklımda kalanları… En ünlü peribacalarıysa Ürgüp’teki Üç Güzeller. En büyükleri değiller ama bir tepenin başında salınan üç güzeli andırıyorlar, ayrıca çok fotojenikler. Paşabağ’dan biraz ileride arabayla 5-10 dakikalık mesafede yer alan Hayal Vadisi’ndeyse bulutlar gibi bakan kişiye göre şekillenen kaya yapılanmalarını görüyorsunuz. Bu kayalar yağmurlu havalarda pembeyi anımsattığı için buraya Pembe Vadi de deniyor. Burada en büyük ilgiyi deve şeklindeki büyük kaya görüyor.

Tur boyunca gördüklerimizin tamamını saymak mümkün değil ama en büyüleyici duraklarından biri Göreme Açık Hava Müzesi’ydi. Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğu’nda henüz kabul görmediği dönemlerde insanlar, inançlarını toplumdan gizli bir biçimde yaşayabilmek için Kapadokya’ya gelir, bu coğrafyanın şekillendirilmeye elverişli vadilerinde, kayalıklarında kendilerine manastırlar, kiliseler ve ortak yaşam alanları kurmaya başlarlar. Kendilerini düşmanlardan koruyan bu mağaralarda çok konforlu olmasa da ruhani ve güvenli bir hayat yaşarlar. Bugün Göreme’de en güzel örneklerini gördüğümüz bu kaya kiliseleri, dönemin şartları göz önünde bulundurunca insanı büyülüyor. Elmalı Kilise, Yılanlı Kilise ve Azize Barbara Şapeli muhteşem ikonaları görebileceğiniz önemli örneklerinden. Buradan ayrılmadan kişi başı 10 lira ödeyerek Karanlık Kilise’yi de görmenizi şiddetle tavsiye ederim. Kiliselerin avlusunda bulunan ağaçların gölgesinde oturup vadi manzarasının tadını da çıkarmak ise apayrı bir keyifti.

Cesaretiniz Varsa Yer altı Şehirlerini Keşfedin
Kapadokya, tarihi boyunca gizemini koruyan coğrafyasında saklanmak isteyen herkese anaç bir kadın edasıyla kucak açmış. Farklı uygarlıkların bölgeye yaptığı istilalardan korunmak için sığınaklar, yalnızca yer üstündeki kayalıklarda inşa edilmemiş. Yeraltında sekiz kata kadar uzanan derinlikleri, yüzlerce odası ve başka köylere uzanan kaçış tünelleriyle inanılmaz yeraltı şehirleri kurmuşlar. Aklınıza birbirine bağlı öyle basit tüneller gelmesin. İçeride ne kadar uzun süre kalınacağı bilinmediğinden uzun süre burada yaşanabilmesini sağlayacak ahırlar, ibadethaneler, geçici mezarlıklar, erzak depoları bulunan tüm detaylarıyla ele alınmış bir yaşam alanından bahsediyorum. Yerin altında dönemin bilimi ve tekniği kullanılarak sistemli olarak bir hava sirkülasyonu sağlanıyor, içerideki oksijen oranı ve ısı bu sayede belirli araklıklarda sabit kalıyor. Düşmandan kaçarken tünelin ağzını kapatmak için kullanılan dev yuvarlak taşların tünelin içinden oyulduğunu bilmek gerçekten ilginç. Kaymaklı Yeraltı Şehri’nin dört katı ziyarete açık. Ben kapalı mekan korkum olduğu için ilk iki katını görüp dışarı çıktım, sonra çok pişman oldum. Eğer cesaretiniz varsa tünelin sonunu görmelisiniz bence.

Ihlara Vadisi O Kadar Yeşildi ki…
Turun son gününde doğanın mucizesini, huzuru ve yeşili soluduğumuz deneyimleri art arda yaşadık. İlk durağımız Aksaray’daki Ihlara Vadisi’ydi. Melendiz Çayı’nın aşındırdığı vadi günden güne derinleşmiş, uzunluğu artmış. Derinleştikçe kendi mikro iklimi oluşan vadi, bölgenin taşlık ve çorak görüntüsüne inat burada yemyeşil bir cennete dönüşmüş, etrafta ılıman iklimde yetişen fıstık ağaçlarına rastlanıyor. Vadinin orta kısmında merdivenle nehir kenarında indik ve nehir kenarında bir saatten daha kısa süren bir yürüyüşle vadi boyunca yemyeşil manzara eşliğinde Melendiz’in huzur veren sesini dinleyerek Belisırma Köyü’ne vardık. Melendiz kenarındaki köy lokantalarında temiz havada iyice açılan iştahımıza kulak verip karnımızı bir güzel doyurduk. Kapadokya’ya bu keyifli vedanın ardından dönüş yoluna geçtik. Yaklaşık iki saat sonra günbatımına yakın, yolun sol tarafından Tuz Gölü görünmeye başladı.

Yerle Göğün Birleştiği Yer: Tuz Gölü
Günün batmasına, karanlığın çökmesine kısacık bir zaman kala, Ankara yakınlarında Tuz Gölü’nün kıyısındaydık sonunda. Yeteri kadar fotoğraf çekebilmek ve bu beyazlığın tadını çıkarabilmek için otobüsten inen herkesin aynı anda göle koşması hafızalara kazınacak sahnelerden biriydi. Upuzun uzanan bembeyaz tuzun üzerinde ayak bileklerinize ulaşmayan sıcacık suda yürümekse ölmeden önce yapılması gerekenler listelerinde mutlaka yer almalı. Mor ve pembenin alacakaranlığında suya yansıyan bulutlar, gökyüzünün yeryüzüne karıştığı bir sonsuzluk anının belgesiydi sanki. Akşamın çökmesiyle yorgun bedenlerimiz ve dinlemiş ruhumuzla İstanbul’a doğru tekrar yola koyulduk.
Etstur’un Kapadokya Turları için tıklayın…
Tuğçe Sızan